Kıyametten sonra futbol
Milliyet Gazetesi
Tarih: 10.12.2011 / Basında Biz

"Bana hatırlama sanatını değil, unutma sanatını öğret" demiş filozof;
       "Çünkü hatırlamak istemediklerimi hatırlıyorum ve unutmak istediklerimi unutamıyorum"...
       Sanki onlar için söylemiş...
       Onlar ki, bir futbol takımının başına gelebilecek en büyük dertleri, dişe sıkışmış bir kürdan parçası, ya da serçe parmaktaki şeytan tırnağı tevekkülü ile karşılamaktalar artık. 
       Birkaç gol yemek, sahasında yenilmek veya hükmen mağlup ilan edilmek, vız gelir tırıs gider onlara. 
       Sakatlık, kırık çıkık; hava civa... 
       Ne para önemli, ne de şöhret. Paranın satın alamadığı, şöhretin hayat kurtaramadığı boylamı görüp, saniyeler içinde onbinleri çatıdan toprağın altına sokan enleme çadır kurmuşlar genç yaşlarında...
       Korkmaya fırsat olmamış dehşetten... Bir anda korlaşan duyguları artık suya daldırılmış kızgın demir gibi çelikleşmiş; sıra hayatta kalanları hayata bağlamanın omuzlarına yüklediği mazeretsiz ödevlere gelmiş...
       Çünkü onlar kıyameti yaşayanların takımı...
       Unutkanlığa hasret, fay hattına lanet, ayakta durmaya gayret....
       17 Ağustos'un, 12 Kasım'ın bahtsız futbolcuları...

       Yer yerinden oynar
       İki kırıkla 400 kilometrelik anadolu toprağına kimilerine göre 17, kimilerine göre 30 bin taze mezar dizen fay hattında küçük bir simge Düzcespor...
       Deprem acısını iliklerinde yaşamış, Türkiye'nin gözyaşlarını serum, yardımını ilaç bilip hayatta kalmış, vaadlere inanıp sabırla taşlaşmış bir simge...
       Ona can veren hemşehrileri can derdine düşünce, silkinip onlara borcunu hiç değilse futbolun motivasyonuyla ödemek isteyen bir vefakar...
       Asrın felaketine asrın cesareti ile göğüs geren nice futbol fenomenlerinden biri Düzcespor...
       Hala evleri yok, tesisleri de...
       Parasızlık, borç, icra, haciz, son haddinde...
       Korkulan o ki, "Bir de ümitler tükenirse"!..
       Doğrusu yazık olur; delik çadırlardan giren erimiş karsuyunun bile donduramadığı, çamurun yutamadığı, sıcağın kavuramadığı, açlığın öldüremediği, ölümün ürkütemediği koskoca bir yıl boyunca dimdik duran "dirence" ... 
       Dedik ya o bir simge... Kaynaşlısı, Gölcüğü, Bolusu, Çınarcığı, Sakaryası ile futbol, depremzedenin yaşama kestirme yoldan tutunma halatlarından...
       Belki de en kolayı, en keyiflisi, en unutturanı...
       Koparsa ?.. Erol Evgin'in eski şarkısı gibi:
       "İşte o an bir fırtına kopar... Sanki yer yerinden oynar"...

       Kapanan kapılar
       Düzcespor, 17 Ağustos depremini şehir merkezinde, 5. katta yaşamış. Sallanmış, çatlamış ama yıkılmamış bina. 
       Ailesini kapıya çıkaran yönetici koşmuş, hep birlikte sabahı etmişler. İki gün içinde anlaşılmış ki Düzcespor'u parasal açıdan besleyen yöneticiler, tüm mal varlıklarını bina enkazlarının altında yitirmişler...
       Daha lig yeni başlamış, bir tek Zeytinburnu maçı oynanmış ve Gaziantep Belediye deplasmanı için ayrılan uçak biletlerini alacak para yok...
       Düzce Belediyesi deseniz, kendisi yardıma muhtaç, deprem molozlarına boğazına kadar gömülmüş. 
       Belki toparlanabiliriz umuduyla federasyondan Riva tesislerini 20 günlüğüne istemişler; ret... Gençlik Spor Genel Müdürlüğü'ne başvurup Aladağ tesislerinde soluklanalım demişler; ret...
       Saha desen sahra hastanesi. Çaresiz bir yıl dinlenme talebinde bulunmuşlar federasyondan. 
       Ve hemen kolları sıvamışlar. Önce dünyada mekan ya; başkan Bayram Ali Kubilay'ın Gürcüçiftlik köyündeki 5 dönüm toprağına prefabrik tesis yapmayı kafaya koymuşlar. Lakin para yok. Bütün birinci, ikinci lig takımlarına "bir prefabrik de sen yap" diye yazı yazmışlar, Karabükspor dışında kimse tınmamış. Geri kalan 27 prefabrik konut için TV gelirlerine güvenip borçlanınca icralık olmuşlar. Kamp yapmışlar otel parasını bulamamışlar. Bu arada Bakan Fikret Ünlü'nün gönderdiği 20 milyar ile federasyondan gelen 10 milyar dişlerinin kovuğuna gitmemiş. Hem tesis yapacaklar hem de yeni sezona hazırlanacaklar...
       UEFA ve FIFA'ya durumlarını anlatır mektuplar yazıp Türkiye'ye 180 milyar göndermelerini sağlamışlar ama para deprem bölgesi takımlarına dağıtılınca - ki bunu son derece yerinde buluyorlar - borç gırtlağa dayanmış, başlamışlar vadeli çek yazmaya... Ama nereye kadar...
 

Hahat kurtaran koltuk

       DÜZCESPOR başkanı Bayram Ali Kubilay, şehrin tanınmış bir mali müşaviri. Yoğun iş temposuna bir de kulüp başkanlığını ekleyince dört çocuğuna yeterince zaman ayıramadığı için en büyük tepkiyi eşinden almış. Ama, hem kendisi, hem eşi, hem de dört çocuğu, Düzcespor başkanlığı yüzünden hayatta kalmış. 16 Ağustos'ta Ankara'da düzenlenen "Düzce'nin vilayet olma toplantılarına" kulüp başkanı olması sıfatıyla katılmış.

       TOPLANTI uzayınca evi arayıp eşine geç kalacağını ve evde korkacağına komşularına gitmesini söylemiş. Deprem olduğunda evleri çökmüş ama kendisi Ankara'da, ailesi yıkılmayan komşularındaymış. Bayram Ali Kubilay, "Ben bu olayı unutamadım" diyor, ailece hayatta kalmalarını Düzcespor'a borçlu olduğunu düşünüyor. Belki de Düzce'de tüm işadamları bir liraya bile muhtaçken 50 milyarlık arazisini, tüm elinde acuvunda kalanları kulübe harcaması bu yüzden.

       Düzcespor'un soruları
spo011.jpg       Yarın ilk depremin yıldönümü. İkincisi 12 Kasım'da...
       Hazır sırası gelmişken merak ediyor Düzcesporlular; 
       Kendileri taşın altına ellerini değil başlarını bile koymuşken, acaba niye federasyon dönüp yüzlerine bakmaz? Antrenmanlara gitmek için belediye otobüsünü zor bulup, Sivas'taki maça 18 saatte ulaşırlarken Devlet Baba'nın "Hediye Otobüs" piyangosu niye onlara da çıkmaz. Prefabrikler bol keseden yaptırılırken niye hiç kimse üç - beş tanecik de onların tarlasına kondurmaz? Gözleri yok ama Avrupa kupalarında başarılı olan takımlara verilecek ödüllerin yüzde biri "hayatlarını kurtaracakken" 18 Ağustos ve 13 Kasım'da verilen sözlerin birazcığı hatırlanmaz...
       Evet Düzcespor bir simge...
       İzleri kimbilir kaç yıl silinmeyecek bir felaketin göbeğinde, fay hattında ölümle futbol oynayanların simgesi...
       En büyük sorunları federasyon, Spor Teşkilatı ve malum erkan kadar "unutkan" olamamaları...
 

O BİR DEPREMZEDE

       Mustafa Göztok Düzceli bir depremzede...
       Ve Düzcesporlu bir futbolcu...
       Evi yıkılmış; Düzcespor da yok olup gitmesin diye çabalıyor. Daha para pul alamamış ama umursamıyor...
       Biliyor ki, tribüne gelecek hemşehrileri birkaç saatliğine de olsa bir yıldır süren kabustan uzaklaşacaklar. Hafta başında maçın skorunu tartışırlarken enkazları görmeyecek, toprağa verdiklerinin acısını duymayacaklar...
       Mustafa, her sabah bu duygularla belediyede çalışan babasının otobüs bilet kulübesinden yaptığı ve içinde üç aile kaldıkları kulübeden çıkıyor, eşi Nuriye ile vedalaşıyor, yengesi Pakize ile yeğenine el sallayıp antrenman sahasına ulaşmak için belediye otobüsünü beklemeye başlıyor...
       Çocukluğundan gelen bir dayanıklılığı var Mustafa'nın. Daha küçük yaşında inşaat işçiliğinden, komiliğe, futbolculuktan fırıncılığa kadar yapmadığı iş kalmamış.
       1991 yılında futbola kaleci olarak devam ederken Abdullah Özdemir hocası tarafından keşfedilip santrfor olarak görevlendirildiğinde fırında "hamurkar" imiş... Her gece 3 bin ekmek hamuru yoğurup, ertesi gün antrenmanlarda gol arıyormuş. 
       Daha sonra güçlü fiziği yüzünden stoper olmuş Mustafa... Yıldızı parlamış Konya Kombassan'a transfer olmuş. Aldığı paralar ile de doğup büyüdüğü Gümüşova köyünde ailesine bir ev yaptırmış.
       Şimdi yerinde bilet kulübesinden naylonlu baraka yükselen bu evi 17 Ağustos'ta çatlayıp 12 Kasım'da yıkılınca Mustafa'nın futbol yaşamındaki tüm birikimleri de yerlebir olmuş.
       Zamanını geçirdiği için köylerde yıkılan evler için verilen 3.5 milyarlık deprem yardımını da alamamış Mustafa...
       Lakin Mustafa'yı yıkmak ne mümkün... O yine dimdik ayakta ve antrenmanlardan artan zamanlarda ağabeyi ile birlikte yeni bir evi kendi elleriyle yapmakta...
       Peki o en zor günleri; 135 bin insanın şaibeli Kızılay çadırlarına mahkum olduğu, 104 kişiye bir duş, 57 kişiye tek tuvalet düşen "zehirden" günleri nasıl atlattınız sorusuna ise gülüp geçiyor Mustafa:
       "Biz köylü insanlarız. Yemek sorunumuz olmaz. Deprem sonrasında tarladan toplayıp karnımızı doyurduk. Hem insanlar müthiş kaynaşmıştı. Herkes birbirine yardım ediyordu. Sonra da babam bu kulübeyi buldu. Küçük olduğuna bakmayın. Kışın artçı depremlerde 30 kişi sığıştık bu kulübeye. Şimdi hepimiz bir daha anladık ki, para pul önemli değil. Bir gün var bir gün yok. Giden mal olsun. Çalışır yine yaparız diyoruz." 
       Mustafa depremzede bir futbolcu...
       Sporun ruhunu kalbinde duyan ve ruhunu kalpsizlerin ilgisizliği ile afetlerin karabasanından koruyan bir sporcu...

 

Kaynak: http://www.milliyet.com.tr/2000/08/16/spor/spo01.html

Kıyametten sonra futbol